Hangi din ve inançta olursa olsun insan, fırsatını buldukça hakkı olsun olmasın, günah sevap demeden her şeye el koymaya, sahip olmaya meyyaldir. Hatta konuştuğu dilde kullandığı sözcük dahi bu açıkgözlülüğü yapar. Kendisinin olmayan şeyleri, kendisininmiş gibi ifade etmeye bayılır.
Özellikle Türkçe gibi matematiksel niteliği çok güçlü bir dilde bu kullanım sahtekârlığını gizlemek pek mümkün olmaz. Ama ne yazık ki; Türkçenin yapısal niteliğini dikkate almak zahmetine katlanmayan okumuşu- okumamışı, yararlandıkları sözcükleri, yapılarına, açık ya da kapalı anlamlarına hiç saygı göstermeden söz birliği etmişçesine bozuk para gibi bonkörce kullanırlar. Hatta yaptıkları yanlışları da hiç farkına varmayarak hem kendilerini hem de karşılarındakini ‘aldattıklarının’ duygusal cehaleti içinde ilişkilerini sürdürür giderler…
Güzel Türkçemiz Kök Bükümlü denilen diller grubundandır. Kısaca dilbilgisi disiplini içinde düşünülecek olursa; eylemlerde (fiiller) anlamlar Ver – Al – At- Tut – Vur – Duy gibi emir- istek formundaki (Kipinde, halinde) KÖK sözcük üzerine yüklenmiştir.. Yani; birisi bize ‘ver’ derse ya da emrederse yapacağımız, kastedileni vermek ‘al’ derse; almaktır. Ayni durum at, tut, vur ve duy için de geçerlidir. Kısaca atacaksınız, tutacaksınız, vuracaksınız….
Türkçemizin önemli niteliklerinden biri de; kök ve sözcüklerin sonlarına eklenerek yeni anlamlar üretme olanağını bize veren zengin EK’ler grubudur. Örneğin konumuzda yararlandığımız gı- gi-gu-gü ve kı-ki-ku-kü ekleri örnek olarak gösterilebilir ki; bu grup EK’ler; Al+gı; At-kı; Duy+gu; Tut+ku; Ver+gi sözcüklerinde olduğu gibi, eylemlerden isim yaparlar.
Diğer bir özellik de: Varlıkların durumlarının belirtilmesidir: Genellikle taşınanı belirtmek ya da anlatmak için kullanılan (lı-li-lu-lü) ekleri bu görevi yerine getirirler..
Farzedelim yanınızdaki bir arkadaşınıza çok beğendiğiniz bir kişiyi anlatarak yürüyorsunuz. Birden karşı kaldırımda onu gördünüz ve arkadaşınıza göstermek için heyecanla, İşte..işte şu karşıdaki gözlük+lü ya da bere+li sözcüklerinden birini kullanırsınız.
Belirtici olarak kullandığınız Gözlük ya da Bere gösterdiğiniz kişi tarafından taşınmaktadır ve O’na aittir. Hatta o kişinin taşıdığı ya da taşıyacağı öfke, sinir v.b gibi duygular da doğal olarak o şahsın kendisine aittir. Siz bunlara sahip çıkıp benim diyemezsiniz veya sizinmiş gibi ifade edemezsiniz…
Ancak o kişi içselleştirilmiş, ona karşı duygusal bir bağ oluşturulmuşsa Ondan bahsederken dilimizin bir başka özelliği nedeniyle “benim” sözcüğü ya da belirteci olan “M” sesi, bere+li+m, gözlük+ lü+ m gibi kullanılabilir. Zira sizin de bildiğimiz gibi berenin ya da gözlüğün sahibidir...
Dolayısıyla bize karşı SEVGİ taşıdığına emin olmadığımız her hangi bir kişi için Sevgi+li (Sevgi Taşıyan) ya da Sevgi+li+m (Benim Sevgimi taşıyan) sözcüklerini kullanmak mümkün değildir. Dürüstlük ve saygı ile bağdaşmaz. Çünkü karşımızdaki kişi bizimle ilgili sevgi taşımıyorsa Ona (sevgimizi taşıyan) demek olan sevgi+li sıfatını yakıştırmak alay etmek anlamına gelir. Yalan olur. Hatta bir çeşit sahtekârlık olarak düşünülebilir…
Kişilerin derin bir zevk içinde kullandığı, muhatabın bazen haz, bazen nefret titreşimleri altında algıladığı bilgisel zafiyet ürünü ‘Sevgilim’ sözcüğü,
Yapısal olarak sağlam; anlamsal olarak sağlıksız; İletişim aracı olarak kandırıcı BİR SÖZCÜK.